Çocuk; aile bahçesinin bir gülü, gül bahçesinin durmadan şakıyan bir bülbülüdür. Anne-babanın süruru, evlerin süsüdür. Neslimizi onlar devam ettirir. Sanki bizleri geleceğe taşıyan ulu bir çınarın kökleri gibidirler. Ümitlerimizin kaynağı, yaşlılığımızın sigortasıdırlar. Sevgi ürünü çocuklarımız, dünya denilen aynada bizi yansıtırlar. Çabamız, planlarımız, çalışmalarımız hep onlar içindir. Daha dün bebektiler şimdi büyüyüp geliştiler. Bizden doğru ya da yanlış çok şey öğrendiler. Bizleri kopya ettiler. Toplum içinde bizi temsil ediyorlar. Hayata daha iyi, daha donanımlı hazırlanmaları için bizlerden neler istiyorlar, biz anne-babalardan beklentileri neler acaba?
Anne-babalar, biz çocuklara davranışlarıyla örnek olsunlar. Kendileri kitap, dergi, gazete okumazlar; bizden kitap, dergi, gazete okumamızı isterler. Bunları, şunları yapmayacaksın, diyorlar ama; aynısını kendileri yapıyorlar. Sürekli televizyon izlediğimden, bilgisayara baktığımdan şikayet ederler; ama kendileri benden daha çok televizyon izlerler. “Ben düştüm bu sigaranın tuzağına, sen düşme.” Derler, “Yalan söyleme, yoksa Pinokyo gibi olursun.” Derler. Ama…
İyi yanlarımızı açığa çıkarsınlar. Hatalarımızı anlayışla karşılasınlar. Onların hatalarını söylediğimizde bize kızmasınlar. Çocuklar, ailede anne-babayı otorite olarak kabul ettiklerinden onların saygı gösterdiklerine saygı gösterirler, değer verdiklerine değer verirler. Çocuklar, kendileri hakkında da olumlu düşünülmesini isterler. “Çocuğum başarılıdır, çoğunlukla iyi notlar alır, arkadaşlarıyla uyumludur.” Gibi olumlu kanaatlerle onore edilmelerini isterler. Anne-baba hata yapar, bundan hiç söz edilmez, geçiştirilir; ama çocuk hata yapınca “Sen kime çektin?” derler. Kızlar halaya, erkekler dayıya… Atalarımızın “Hatasız kul olmaz.” Sözleri insanoğlunun hata yapmaya meyilli olduğunu; ancak özür dilemeyi de alışkanlık haline getirmemek gerektiğini vurgulamışlardır. Uzmanlar da hatanın bir sağlık işareti olduğunu belirtirler. Çocukların hatalarını söylemek kolaydır; ama anne-babaların hatalarını yüzlerine söylemek pek hoş olmasa gerek…
Biz çocuklara karşı sürekli emir cümleleri kurmasınlar. “Kalk, elini yüzünü yıka, sütünü bitir, dişlerini fırçala, ağzın doluyken konuşma, ödevlerini bitir, televizyonu kapat, elbiselerini as…” Çocukların bu tür emir cümlelerinden hoşlanmadıkları aşikardır; ancak uzmanlar, her çocuğun duyuş ve anlayışının aynı olmadığından hareketle, dışa dönük, çevresiyle kolay iletişim kurabilen çocuklara emir cümleleri ile hitap etmenin çocuğun güvenliği açısından önemli olduğunu belirtmektedirler. “Tanımadığın kişilerle konuşma, onların ikramlarını kabul etme…” gibi.
Kendi zamanlarıyla bizim zamanımızı karşılaştırmasınlar. Anne-babalar, “bizim zamanımızda, ekmek yoktu, katık yoktu; doğru dürüst ayakkabı yoktu, kitap yoktu, okul yoktu, servis yoktu, sıralara dört kişi otururduk…” şeklindeki kendi zamanlarının olumsuzluklarını sıralarlar. “Allah’a şükür sizin her şeyiniz var; ama çalışmıyorsunuz.” Şeklinde serzenişte bulunurlar. Çocuklar ise bunu, modası geçmiş, öğüt verme biçimi olarak algılayabilirler.
Çevrelerinden etkilenerek bize karşı tavır almasınlar. Kahvehanede, sokakta, komşu evinde, çocuklarıyla ilgili duyduklarının etkisinde kalarak, çocuklarına karşı ön yargılı olmasınlar. Moralleri bozulduğunda, acısını bizlerden çıkartmasınlar. Bizimle ilgili kararları, bıraksınlar biz kendimiz verelim.
Her zaman yanlarında olmamızı istemesinler. Bilindiği gibi bebekler bencildir. Oyuncaklarını başkalarıyla paylaşmak istemedikleri gibi, anne-babalarını da paylaşmak istemezler. En iyi anne-babanın kendi anne-babaları olduğunu düşünürler. Bunu test etmek için: “Anne benim …” deseniz, “Haayır, anne benim…” diyerek annenin kucağına koşar, yerleşir. Bu duygusal yaklaşım, bebek büyüyüp geliştikçe değişir. Büyüyüp geliştikçe, diyorum çünkü büyüme, çocuğun boy ve kilosundaki değişikliği; gelişim ise zekâ ve dolayısıyla davranışlarla ilgili değişimi anlatır. Çocuk büyüyüp geliştikçe, kendisinin bir anne-babası olduğu gibi, başka çocukların da anne-babaları olduğunun farkına varır. Ayşe, arkadaşının annesinin yaptığı keki çok sevmiştir, annesinin de aynı güzellikte kek yapmasını bekler. Olumlu veya olumsuz eleştiriler yapar. Bu dönemde, anne-babanın hatalarını söylemeye başlar çocuklar çünkü ergenlik dönemi başlamıştır artık. Çocuktaki bu davranış değişikliği, aileden uzaklaşmanın ilk işareti sayılır. Anne-babadaki içgüdüsel tutum da bunu destekler. Yani yuvadaki kuşlar palazlanıp kanatlanmış ayrı bir yuva için uçmaya hazır hale gelmişlerdir. Bu durumda anne-babanın rolü hayatın akışına engel olmak değildir. Çocukların sürekli yanlarında olmalarını isteyemezler.
Babalar eve geç gelmesinler. “Baba, sarığı kaba.” Olmamalı. Ailesiyle, özellikle sevgiye ihtiyacı olan çocuklarıyla belli bir süre birlikte olmalıdır. Çocukları için zaman ayırmalı. “İşten güçten çocuklara zaman ayıramıyorum.” Mazeretine sığınmamalı. Baba, kötü ve zararlı alışkanlıklar nedeniyle evine geç gelmemeli. Çocuklarıyla konuşmalı hafife almadan dinlemeli, onları baba sevgisiyle doyurmalıdır.
Kardeşler arasında ya da kardeş kavgalarında adil davransınlar. Sürekli başkalarıyla kıyaslama yapmasınlar. Misafirlerin yanında bizleri abartılı biçimde övmesinler. Bizi tehdit ederek strese sokmasınlar. Kötü not aldığımızda bizi azarlayacaklarına desteklesinler. Anne-baba, çocuklardan birini tutup diğer(ler)ini dışlamamalı. Çoklu zekâ kuramına göre her çocuk en az bir alanda başarılı olabilir. Çocuğun keşfedilmesi gerekir. Başarılı olduğu düşünülen çocuk, evde el üstünde tutulurken diğer çocuğun dışlanması, dışlanan çocuğun kaybedilmesi demektir. “Şu komşunun çocuğuna bak, nasıl da başarılı; sen ise…” biçiminde çocukların sürekli başka çocuklarla kıyaslanması, onların hoşlandığı bir durum değildir. “Senden adam olmaz, zaten başarsaydın şaşardım, zaten sen tembelin tekisin.” Gibi eleştiriler de sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de sevilmeyen sözlerdir. “Koca bebek, haydi bakalım Süpermen, geri zekâlı, hadi sen de sulu göz…” gibi imalı, iğneli sözlerle de çocuk rencide edilmemeli. Misafirlerin yanında övgü yağmuru ile sırılsıklam olmuş çocuk, ailesinin beklentilerinin yüksek olmasından kaygı duyacaktır. “O kadar masraf yapıyoruz…” tehditleri bir sonuca götürmeyecek; aksine çocuğun strese girip aileden duygusal uzaklaşmasını sağlayacaktır. Kötü not aldıklarında “Bu geçici bir durum, eskiden nasıl çalışıp başarılı oldunsa şimdi de iyi notlar alabilirsin.” Biçimde çocuklar cesaretlendirilmelidir. Anne-baba tahsil hayatında mühendis olmak istemiş; ama başarılı olamamışlardır. Bu durumdaki anne-babalar çocuklarının “Mühendis” olmasını beklerler. Oysa çocuğun bu alana değil de “Ekonomi” alanına ilgisi vardır. Çocuk, mesleki tercihini kendisi yapmalıdır. Sonuç olarak çocuklar diyor ki “Anne-babalarımız bize güvensinler…”
Her insanın belli bir kapasitesi vardır, çocuklarında öyle… Onlar bugünün küçüğü, yarının büyüğüdürler. Yarın onlar; siyasetçi, bilim adamı, mühendis ve idareci olacaklardır. Onlara bu gözle bakıp ona göre davranmalıyız. Onları sevip saymalıyız. Onlara değer vermeliyiz. Onlara güvenmeliyiz. Bir de hayata onların penceresinden bakıp onları anlamalıyız. Onlara bırakabileceğimiz en büyük ve en güzel miras da onların en iyi şekilde eğitilmeleridir. Bu şekilde yetiştirilen çocuklar bizlerin ve devletimizin teminatı olacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzun silinmemesi için lütfen konu ile alakalı yorumlar yapınız.Ayrıca argo,küfür,reklam içeren,Türkçe yi düzgün kullanmayan ve kelimeleri uzatan yorumlar silinecektir.